Yönetmek, sanattır.
Nitelik ister; hikmet, iffet, akıl ve adalet …
Beydaba der ki,
"Bu dört şey, dünyada ne varsa hepsini içine alır; hikmet, iffet, akıl ve adalet. Bilgi, edep ve kabiliyet hikmete girer. Benliğe hakim olma, sabır ve vakar akla girer. Haya, geniş gönüllülük ve şahsiyetlilik iffete girer. Doğruluk, iyilik, nefs murakabesi ve güzel ahlak ise adalete girer."
Yönetici olanın, hukuka ve topluma karşı sorumluluğu vardır. Bu sorumluluk, yaptıklarını da yapmadıklarını da kapsar. Zira yöneticinin yapıp, yapmadıkları topluma iyi ya da olumsuz yönde etkisi olmaktadır.
Yönetici, memur gibi bir çerçevede kalamaz, kalmamalıdır. Uhdesinde bulunan görevde varsa hataları düzeltmek, eksiklikleri tamamlamak ve geliştirilmeye muhtaç bir taraf varsa geliştirmek, dönüştürmek şiarında olmalıdır.
Sosyal hayatın temel unsurlarını kapsayan bir sorumluluğu bulunan yöneticiler, toplumsal değişmeyi ön görmeli, değişimi doğru anlamlandırmalı ve planlamalıdır.
Küreselleşme, modernleşme, ekonomi, bilim – teknoloji, çevre, demografi, kültür ve sosyal iletişim araçları gibi faktörlerin etkisiyle sosyal yapı ve kültürel dokuda olabilecek bozulmalara karşı, engel olacak politikalar üretmeli, programlar oluşturmalıdır.
Yönetici toplumsal dinamikliği fark edebilmeli, ihtiyaç ve beklentileri doğru okuyabilmeli ki, sunulan hizmetler, hazırlanan projeler toplumdaki gerçekliğe uygun olabilsin.
Toplumda milliyet duygusunun güçlenmesini sağlamalıdır. Çocuklarımızı ve gençlerimizi kültürümüzden, milli ve moral değerlerimizden uzaklaştıran; milletiyle bağını soğutan ve onlara batının maddeci, bireyci ve gayri ahlaki yaşam tarzını yüksek bir medeniyet gibi gösteren masonik çalışmalara karşı koruyucu tedbirler almalıdır.
Yönetici, sorumluluğundaki iş'in mesleki ve hukuki bilgisine, maiyetindekilerden daha fazla sahip olmalıdır.
Unutulmamalı ki, yetkinliği bulunmadığı halde, yetkili olmak, kişiyi gülünç duruma düşürür.
Vebal altında bırakır!..
Zira işinin bilgisine sahip olmayan yönetici, bütün işlerini maiyetindeki çalışanlarına, müşavirlerine danışarak ve çevresindekilerin yönlendirmesi ile yapmak durumunda kalmaktadır. Bu da yöneticiyi, yöneten olmaktan çıkarıp, yönetilen durumuna düşürmektedir.
Gerek tarihimizde gerekse milletler tarihinde böyle yöneticilerin, acziyetleri ve düşkünlüklerine çokça örnek vardır. Böyleleri, ancak kişisel menfaatlere hizmet ederek, toplumun, devletin menfaatine zarar vermişlerdir. Toplumda güven ve adalet duygusuna; dürüstlük ve gayret olgularına halel getirmiş, çalışma koşullarının ve iş barışının bozulmasına sebep olmuşlardır.
Biliyor ve görüyoruz ki, toplum bilimini bilmeyen, toplum hakkında bilgisi olmayan toplumla ilgili meseleleri idrak edemiyor. İş yapıyormuş gibi gözükmek gibi bayağı bir duruma düşüyor.
Bugün toplumumuzda sosyal ve kültürel bakımdan gelinen noktada hemen herkes, ahlaki bozulmadan; ümit ve güven kaybından yakınmaktadır.
Halbu ki milletler cemiyeti içinde inancı, ahlakı ve adaleti ile özel bir yere sahip bir milletiz. Her ferdimiz ve her yöneticimizin, bunun şuurunda olması ve yaşamakta olduğumuz cennet vatana hangi bedellerle sahip olduğumuzun, bu vatanın kahraman şehit ve gazilerimizin bizlere emaneti olduğunun; vatanımızın tarihi, coğrafi, kültürel ve jeopolitik bilgilerine sahip olması gerekmez mi?
Böylece vatanımıza, milletimize ve değerlerimize güçlü bir aidiyet duyulması gerekmez mi?
Öyle ise Yunan'ın Megali İdeası'nı, Enosisi, Haçlı İttifakı'nı, İsrail'in Arzı Mevûd'u; siyonizmin ve emperyalizmin planları karşısında gaflet; vatanın bekası ve istikbali için sorumsuzluk ve gayretsizlik, ihanet olmaz mı?
Hayatı anlamlı ve hayırlı yaşamak düsturu; insana, beni yetiştiren aileme; vatanıma, milletime ve devletime borcumu ödemeliyim anlayış ve sorumluluğu yükler.
Pekâlâ iyi olduğu ve hakkıyla yapabileceği iş'de gayret etmeli, emek harcamalı insan.
Fakat, emek harcamadan, alın teri dökmeden bir şey elde etmenin, bir şeye el uzatmanın hak olmadığını bilen,
"iş ehline verilmediği zaman kıyameti bekle" hakikatinden haberdar olan,
Ve hesap gününe iman etmiş olan kimse, ehil olmadığı işe talip olabilir mi?
İnsan kendini kandırabilir de halkı ve Hak'kı kandıramaz.
Şımartılmış nefsi, insanın hakikati görmesine mani olabilir, ona "çok iyisin, sen olmasan olmaz" diyebilir.
Yazık ki, kimi insan "yapmadığı, yapamayacağı şeyleri söyleyerek", zamanı heba etmekle topluma kötülük eder halkın nefretine, Hakk'ın gazabına düçar olur.
Halit Açar