ABD Başkanı Donald Trump, 24 Nisan 2025’te imzaladığı yeni başkanlık kararnamesiyle, derin deniz madenciliği alanında önemli bir adım attı. Bu karar, ABD’nin stratejik kritik minerallerde Çin’e olan bağımlılığını azaltma hedefinin bir parçası olarak değerlendiriliyor.
Trump’ın kararnamesi, ABD kıta sahanlığı ve uluslararası sularda yer alan nikel, kobalt, manganez ve bakır gibi yüksek talep gören minerallerin çıkarılmasını kolaylaştırmayı amaçlıyor. Federal kurumlara, madencilik projelerinin ruhsatlandırma süreçlerini hızlandırma talimatı verilirken, Savunma Bakanlığı’na bu kaynakların ulusal stoklara dahil edilmesi için çalışma yapması görevi verildi.
Trump yönetimi, bu hamlenin Amerikan ekonomisine on yıl içinde 300 milyar dolarlık bir katkı sağlayabileceğini ve 100 bin kişiye istihdam yaratabileceğini öngörüyor. Böylece, ABD, enerji dönüşümünde kilit öneme sahip olan kritik minerallerin tedarikinde daha bağımsız bir aktör olmayı hedefliyor.
Öte yandan, bu karar uluslararası alanda büyük yankı uyandırdı. Birleşmiş Milletler’e bağlı Uluslararası Deniz Yatağı Otoritesi (ISA) ve çevre örgütleri, kararın “deniz ekosistemine geri dönüşü olmayan zararlar verebileceği” uyarısında bulundu. Çevreciler, derin deniz madenciliğinin okyanusun karbon yutak kapasitesini azaltabileceğini ve denizaltı yaşamı üzerinde yıkıcı etkiler yaratabileceğini belirtiyor.
Çin, Fransa, Kanada ve Yeni Zelanda gibi ülkeler, uluslararası kurallar belirlenene dek derin deniz madenciliğine moratoryum (geçici durdurma) uygulanması gerektiğini savunuyor. Bu durum, enerji kaynakları üzerindeki küresel rekabetin yeni bir cepheye taşındığını gösteriyor.
Türkiye’den uzmanlar da gelişmeleri dikkatle izliyor. TMMOB Maden Mühendisleri Odası yetkilileri, kritik mineral kaynaklarının korunması ve uluslararası hukukun çiğnenmemesi gerektiğini vurgularken, Türkiye’nin de Karadeniz ve Akdeniz’de muhtemel rezervlere yönelik bilimsel araştırmalarını sürdürmesi gerektiğini ifade ediyor.
Derin deniz madenciliği tartışmaları, önümüzdeki yıllarda hem enerji güvenliği hem de çevresel sürdürülebilirlik açısından küresel gündemin önemli başlıklarından biri olmaya devam edecek gibi görünüyor.