Ana Sayfa Haberler El âlemden Korkanlar, Allah’tan Korkmaz Oldu

El âlemden Korkanlar, Allah’tan Korkmaz Oldu

3
0
haberler , son dakika haberler , son dakika haber , haber , en son haber

Birçoğu ağzını açtığında inançtan bahseder…

Allah’a iman ettiğini söyler, “kul hakkı”ndan korktuğunu anlatır. Ama dürüst insanların yanından geçerken yüzünü çevirir. Çünkü dürüst insan, ayna gibidir. Onlara gerçek yüzlerini gösterir. Ve o yüz, görmeye cesaret edemedikleri şeydir. Vicdanlarına dokunur. O yüzden dürüstten korkarlar, ama sahteye sarılırlar.

Birçoğu, “Allah’tan korkarım” der. Ama Allah’tan değil, mahalleden korkar aslında… “El âlem ne der?” en büyük inançlarıdır. Mahalle baskısı, dini baskıdan bile kuvvetlidir.

Dürüstlükten bahsederler ama işleri dürüst değildir. Vergiden kaçar, fatura kesmez, işçiyi sigortasız çalıştırır, üç kuruş fazla kazanacağım diye yalanı kitap haline getirir.

İmamın arkasında saf tutanlar, işine gelmeyince şeytanla ortak olur.

Birçoğu, helalle haramı karıştırmış durumda. Faizi “kâr payı” diye aklar, rüşveti “bahşiş” yapar, kul hakkını “nasip” sanır. Haram olanı helal diye yer, sonra üstüne dua eder ki sindirebilsin!

Peygamberimiz’in bir odalı hayatını anlatırlar. Ama kendileri üç katlı villa ister, altına da jip ister.

Açlıktan ölen çocuklara ağlar gibi yaparlar, sonra kahvecide “Americano double shot” içerler, fotoğrafını da Instagram’a koyarlar: “Ne günler ama…”

Kıskanırlar… Başkasının iyiliğini çekemezler… Birisi güzel bir iş, ev ya da araba aldığında içleri içlerini yer. “Benim neyim eksik” diye sayıklarken, eksik olanın karakter olduğunu fark etmezler.

Sonra o parayı görenlerin hallerine geliriz.

Önce kıyafet değişir… Ardından oturdukları kahvehane, gittiği cami, dinlediği ilahi, kıldığı namaz bile değişir.

Kendi çocuklarını iyi yetiştirmek için yırtınır ama önce kendini eğitmeyi akıl edemez. Oysa çocuklar öğretmenle değil, anne babayla şekillenir.

Çocuk, annesini görür… Gördüğü kadın sürekli komşusunu çekiştiriyorsa, çocuk dürüstlüğü değil dedikoduyu öğrenir.

Baba masada haramı normalleştiriyorsa, çocuk helali bir efsane zanneder.

Bin liralık hayatı olan, yüz bin liralık yaşamaya kalkar.

Ayaklarını yorganına göre uzatmaz, başkasının yorganına göz diker. Borçla hayat yaşar, sonra “kısmetim kapalı” diye suçu kadere atar. Oysa kader değil, niyettir her şeyin başlangıcı…

Dışarıdan bakınca herkes her şeyi bilir. Herkes ekonomist, herkes siyaset bilimci, herkes din alimi. Ama sorsan, okuduğu kitap sayısı iki elin parmağını geçmez.

Duyduğu her bilgiyi doğru zanneder. Sosyal medyada gördüğü videoyla alim, YouTube sohbetiyle mücahit olur. Lakin kendi evinde huzur, kalbinde tevazu yoktur.

Okumuş cahiller çoğalmış durumda. Diplomayı alınca her şeyin bittiğini sanıyorlar. Oysa asıl eğitim, okulu bitirince başlar.

Cahilce cesaretlenip her konuda konuşurlar. Ama iş icraate gelince ortadan kaybolurlar. Klavye başında aslan, hayatın içinde kedi…

“Yarın” diye bir kavramı unuttuk. Herkes bugünü yaşıyor. Yarın için yatırım yapmak, plan kurmak bir kenara; gelecek haftayı bile düşünmeyenlerle dolu etraf.

Ve yatırım deyince de sadece altın, dolar geliyor akıllarına… Bilgiye, eğitime, üretime yatırım yapan yok. Çünkü o biraz emek ister, sabır ister. Oysa bizim millet hemen zengin olmak ister.

Ve iş meselesi…
Herkes masa başı iş ister. Kimse alın terini sevmez oldu. İş beğenmeyen bir toplum olduk. Ama şikayet ederken ağzımızdan salyalar akar.

Allah istemeseydi, herkes zengin olurdu değil mi? Ama olmadı. Çünkü hayat böyle kurulmadı.

Çünkü biri zengin olacaksa, biri çalışacak.

Eğer herkes zengin olsaydı;
Kim çöplerimizi toplardı?
Kim domatesi ekerdi?
Kim inşaatta çalışır, kim fırında ekmek yapardı?

Her mesleğin kutsal olduğunu unuttuk. Mesleğe değil, kişiye saygı gösterilmesi gerektiğini unutalı çok oldu.

Her şeyi sistematik şekilde yaratmış Allah. Bir düzen, bir ahenk içinde… Ama biz o ahengi bozduk. Ve bozduğumuz düzenin içinde, şikayet ederek yaşamaya çalışıyoruz.

“Dürüst ol” diyor Allah…
“Yalan söyleme”, “kul hakkı yeme”, “israf etme”, “kibirlenme”, “kıskanma”, “gıybet etme” diyor.
Ama biz ne yapıyoruz?

Dürüstü küçümsüyoruz.
Kibirliyi baş tacı ediyoruz.
Gıybeti muhabbet sanıyoruz.
İsrafı gösteriş zannediyoruz.

Sonra dua ediyoruz: “Allah’ım bize hayırlısını ver.”

Allah sana zaten hayırlısını vermiş: Akıl. Ama sen onu başkasının yaşamını izlemeye, kıskanmaya ve onun gibi olmaya harcamışsın.

Kimi zaman “niye bu kadar yozlaştık?” diye düşünüyorum…

Çünkü artık gerçekleri dile getirmek suç.

Çünkü dürüst olan, “yetersiz” damgası yiyor.
Çünkü doğru söyleyen, dışlanıyor.
Çünkü haram yiyen, kazanmış sayılıyor.
Çünkü çocuklar; bilgiyle değil, rol modellerle büyüyor.
Ve o modellerin çoğu, televizyondaki sahte kahramanlar.

Ben size bir sır vereyim:

Allah’tan korkan insan, kuldan çekinmez.
Ama kuldan korkan insan, Allah’ı sadece lafla anımsar.
Camide huşuyla oturur ama pazarda tartıda oynar.
Sosyal medyada Kur’an paylaşır ama işçisinin parasını geciktirir.

İşte bu yüzden, “İnançlıyım” diyen çok… Ama gerçekten inanan az.
Bu yüzden, “dürüstüm” diyen çok… Ama gerçekten dürüst kalan çok az.

Ve asıl acısı da şu:

Toplum, dürüstü dışlayacak kadar yozlaşmış durumda.

Ama hâlâ umut var.

Çünkü bir yerlerde;
Yemeğini paylaşan çocuklar,
Yolda bulduğu cüzdanı sahibine ulaştıran gençler,
Dürüstçe çalışan, alnının teriyle kazanan emekçiler var.

Onlar bu toplumun gerçek kahramanlarıdır.
Görünmezler… Manşet olmazlar…
Ama dualarda yer alırlar.

Ve unutmayın:
Allah, dürüst olanı er ya da geç ödüllendirir.
Sabreden, direnen, karakterinden taviz vermeyen o insanları…
Zirveye taşır.
Hem de öyle bir taşır ki, herkes şaşırır.

Ama o kişi şaşırmaz.
Çünkü bilir, hak ettiği yer orasıdır.

Ve asıl mesele de budur.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz