Ana Sayfa Haberler İnsan İlişkilerinde Yozlaşma ve Ruhsal Yorgunluk

İnsan İlişkilerinde Yozlaşma ve Ruhsal Yorgunluk

7
0
haberler , son dakika haberler , son dakika haber , haber , en son haber

Zamanın ruhu değişiyor. İnsanlar, hızla dönüşen bu dünyada artık bir yerlere yetişmeye çalışmıyorlar sadece; bir şeyleri unutturmak, bastırmak ve hatta hissetmemek için yaşıyor gibiler.

Bir durup baktığınızda, insanların ne kadar tuhaflaştığını fark etmek çok da zor değil. Göz teması kurmaktan kaçınanlar, dinlemek yerine sadece konuşmayı bekleyenler, dost maskesiyle kıskançlığını gizleyemeyenler… Ne oldu bize?

İnsan psikolojisi, hiç olmadığı kadar karmaşık bir hâle geldi. Eskiden birinin gözünün içine bakarak sohbet etmek bir incelikti, şimdi ise bir lüks hâline geldi.

İnsanlar seni değil, telefon ekranlarını dinliyor. Sana misafirliğe geliyorlar, ama ruhları başka bir yerde. Karşındakiyle konuşmak için çabalarken, onun parmakları ekranın üstünde geziniyor, gözleri ise ruhuna bile bakmıyor. Bedenleri orada, ama zihinleri başka bir boyutta.

Bir konu hakkında konuşmaya başladığında, henüz cümleni bile bitirmeden araya giren insanlar… Nezaket ve sabır, adeta antika bir eşya gibi nadir bulunur hâle geldi.

Artık kimse kimsenin sözünü bitirmesini beklemiyor. Dinlemek, anlamaktan çok uzak; sadece sırasını bekleyen bir oyuncu gibi, “söz bana geçsin de anlatayım” hâli herkesin üstüne sinmiş durumda.

Konuya istedikleri yerden giriyorlar. Sen derdini anlatmaya çalışıyorsun, o başka bir anısını paylaşmak için seni yarıda kesiyor. Çünkü çoğu insan için iletişim artık bir paylaşım değil, yarış. Kim daha çok dikkat çeker, kim daha çok konuşur, kim daha çok onay alır yarışıdır bu.

Dost dediklerimizin kıskanç bakışlarını hisseder olduk. Bir başarıya ulaştığımızda, bir eşyaya sahip olduğumuzda, bir adım ileri gittiğimizde, yanımızda gururla durmaları gerekirken, gözlerindeki o imrenme hâlini görebiliyoruz. El sıkışırken bile gözleri ellerimizdeki poşete kayıyor. “Ne almış acaba?” merakı, ne yazık ki içten bir “hayırlı olsun”un önüne geçiyor.

İçtenlik yok oluyor. Yerine ya yapmacıklık geliyor ya da umursamazlık. Ne zaman bir sevinç yaşasak, çevremizdeki bazı yüzlerin asıldığını, dudakların kıvrıldığını, sözlerin dikenlendiğini hissediyoruz.

Bu kadar mı zor bir başkasının mutluluğuna sevinmek? Bu kadar mı zor bir başarıya alkış tutmak?

Seninle aynı ortamda oturuyorlar, ama oturduğun koltuğu bile eleştiriyorlar. Beğenmiyorlar. Senin düzenini, tarzını, yaşam biçimini küçümseyen bir bakışla yargılıyorlar. Oysa saygı, hayatlarımızın temel taşı olmalıydı. Farklılıklarımızla bir arada yaşayabilmeyi öğrenmeliydik.

Birinin fikrine katılmasak bile onu dinlemek, anlamaya çalışmak, en azından saygı duymak gerekmez mi? Ne zaman bu kadar anlayışsız olduk? Ne zaman sadece kendi düşüncemizin doğru olduğuna inanmaya başladık?

Tüm bu yaşananlar bizi yavaş yavaş, sessizce yoruyor. Bazen kalabalıkların ortasında kendimizi yalnız hissediyoruz. Çünkü karşımızdakilerin ruhları bizimle değil.

Sohbet etmek istiyorsun, muhabbetin tadını çıkarmak istiyorsun, ama karşındaki kişi gözünü telefondan ayırmıyor. Ne bir mimik, ne bir tepki, ne bir sıcaklık…

Bir soru soruyorsun, cevap alıyorsun belki ama cevabın ruhu yok. Çünkü karşıdaki beden orada, ama ruh çoktan uzaklara gitmiş. Yüz yüze olmamıza rağmen, sanki birbirimize çok uzaklardayız.

İşte tam da bu yüzden, anlayışsız birçok insanı çevremizden soyutladık. Soyutlamaya da devam ediyoruz. Bu bir tercih değil, bir zorunluluk hâline geldi. Ruh sağlığımızı korumak için gerekli bir savunma mekanizması artık.

Bazıları bizi “duyarsız”, “soğuk”, “seçici” olmakla suçlayabilir. Ama mesele bu değil. Mesele, kendimizi koruma altına almak. Çünkü sürekli olarak değersizleştirilen, dinlenmeyen, anlaşılmayan bir ruh bir süre sonra ya kabuğuna çekilir ya da kırılır. Biz kırılmamak için, biz küsmemek için uzaklaşıyoruz.

Kendimize yeni bir çevre kuruyoruz belki. Daha az kalabalık ama daha samimi, daha küçük ama daha huzurlu… Çünkü artık öğrendik: Kalabalıklar, dostluğu garanti etmiyor. Sayı değil, samimiyet önemli. Bir kişinin içtenliği, on kişinin yapmacıklığından daha kıymetli.

Ne oldu bize? Ne zaman empati yapmayı unuttuk? Ne zaman karşımızdakinin ne hissettiğini önemsememeye başladık? Empati kurmak, karşındakini anlamak değil sadece; onunla birlikte hissetmektir. Anlayış ise sadece dinlemek değil, yargılamadan kabul etmektir.

Ama şimdi, biri ağzını açsa hemen fikir bildiriyoruz. Biri bir şey anlatsa hemen üzerine kendi hikâyemizi anlatıyoruz. Karşımızdaki gerçekten ne diyor, ne hissediyor, ne anlatmak istiyor diye sormuyoruz. Çünkü artık herkesin sadece kendi sesi önemli.

Bu yüzden artık şunu diyoruz açıkça: Somurtkanlık yapacaksanız, surat asacaksanız, lütfen uzak durun bizlerden. Ruh hâlimizi bozan, içtenliğimizi emen, enerjimizi tüketen tavırlarınıza maruz kalmak zorunda değiliz.

Biz kötü niyet taşımadan, iyilikle yaklaşan insanlarız. Yapmacıklığa, ikiyüzlülüğe, sinsiliğe tahammülümüz yok.

Bizi sevmiyorsanız, bize ayak uyduramıyorsanız, rol yapmanıza gerek yok. Uzak durun bizden. Zorla bir aradalığın kimseye faydası yok. Ne size, ne bize. Samimiyetin olmadığı yerde huzur da olmaz.

Kendimiz olduğumuz için eleştiriliyoruz bazen. Doğruyu söylediğimiz için dışlanıyoruz. Plan yaptığımızda, başkaları bizim planımızda yer almak yerine kendi planlarını dayatıyor.

Oysa birlikte yaşamak; birlikte üretmek, birlikte mutlu olmak demek. Ama birçok insan sadece kendi etrafında dönen bir dünya istiyor. Diğer herkes figüran, kendisi başrolde. İşte bu anlayıştan yorulduk.

Bizimle yürümek isteyenlerle, bizi gerçekten anlayanlarla, göz teması kurabilenlerle, “nasılsın?” dediğinde cevabını gerçekten önemseyenlerle bir arada olmak istiyoruz. Gerisi… Gerisi gürültü.

Çağımızın en büyük lüksü belki de içtenlik. Ve belki de bu yüzden, insan ruhu hiç olmadığı kadar yorgun. Anlamadığımızı, dinlemediğimizi, hissetmediğimizi fark ettiğimizde geç olabilir.

O yüzden diyorum ki: Birbirimize karşı nazik olalım, anlayışlı olalım, gerçek olalım. Çünkü hiçbir ruh, değersizlikle sınanmayı hak etmiyor.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz